Kelebekler vadisini duysanız, kalemi güzel, dili şelale gibi akan bir yazardan veya konuşmacıdan okusanız veya dinleseniz görmüş gibi olur musunuz?Görmüş gibi olmadığınızın yanında sizin orayı görme iştahınız artar.Daha önce yemediğiniz bir yemek çeşidini anlatsalar tatmak istersiniz ama tatmış gibi olmazsınız.Hatta Kelebekler vadisini videodan seyretseniz bile görmüş gibi olmazsınız.Televizyonda gördüğünüz tatlı çeşitleri ağzınızı sulandırır ama tatlandırmaz.
Eskiler duymak ve görmekle ilgili bilgilere "İlm-el yakıyn" derlerdi.Kelebekler vadisini duydunuz veya uzaktan dağın tepesinden seyrettiniz. Buna "İlm-el yakıyn" denir.Bu konuda bilginiz var demektir.Biz, şu anda Cennetin varlığını Rabbimizin kitabından, Rasülü'nün sünnetinden "ilm-el yakıyn" olarak öğrenmişiz.Kelebekler vadisine giren ve çiçekler arasında kelebeklerin karmaşık uçuşlarını görenin ilmi "Ayn-el yakıyn" olur.
Orada kendini havaya kaptıran, kendisini çiçekler gibi güzel, kelebekler gibi temiz hissedip onlarla içli dışlı olma haline de "Hakkal yakıyn" demişler.Okulda
kitaplardan edindikleri bilgileri pratiğe dökme hali "İlm-el yakıyn" den "ayn-el yakıyn" e geçme halidir.Hollanda'nın Denhak kentine konferansa gittiğimde namaz kılmak için gittiğimiz caminin yöneticileri anlattılar:"Burası Yahudilere ait havra idi.Bir tek hahamı var ama bir tek cemaati yoktu.Satması için hahama çok gittik geldik çok para vereceğimizi söyledik ama satmayacağını söyledi.Yaşça büyüklerimizden biri "Onun yanına gittiğinizde çantanın içine parayı koyun. Konuşurken çantanın ağzını açın ve paraları gösterin.Arada bir para tomarlarını elinize alın ve desteyi tırrrıt yaptırarak konuşun" dedi.Dediği gibi yaptık ve Havrayı satın alarak camiye çevirdik" demişti.Paranın adını ve rakamını duymak görmek gibi değildir.Paranın sizin cebinize girmesi de görmek gibi değildir.Hani Bakara süresinin 260'ıncı ayetinde İbrahim aleyhisselam, "Rabbim, ölüleri nasıl diriltirsin bana göster" dediğinde Rabbimiz "İnanmıyor musun?" diye sorduğunda "İnanıyorum. Fakat kalbim tatmin olsun" demişti.İbrahim aleyhiseelamın hiçbir şüphesi yoktu ama bilmekle kalbin tatmin olması ayrı şeylerdi.Yolunuzu kaybettiğinizde bilen birine sorarsınız.Onun tarifine göre giderken trafik levhalarını görünce o bilginiz kuvvetlenir ve gönlünüz rahata erer.Plan üzerinden satın aldığınız ev ile o evin içine girip oturmanız aynı değildir.
Kur'an ve sünnet üzerinden iman ettiğimiz ve güzelliklerini hayal ettiğimiz cennetle içine girip orada yaşamak aynı değildir.Sevgili Peygamberimiz "Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, gönüllerin hayal edemediği" diye tarif ediyor cenneti.Yazımızın başlığı aslında bir hadistir.Musa aleyhisselam Tur dağında iken Samiri denilen adam İsrailoğullarını buzağıya tapındırmaya başlamışRabbimiz bu bilgiyi Musa Tur'da iken aleyhisselama haber vermiş.Ama Musa aleyhisselam geri gelip İsrailoğullarının buzağıya taptığını görünce kızgın ve üzgünlüğünden elindeki Tevrat levhalarını atıvermiş ve levhalar kırılmış. (Bak A'Raf süresi ayet 150)Bunu haber verdikten sonra sevgili Peygamberimiz "Leysel haberu kel muayenet/Haber/duymak, görmek gibi değildir" demiş. (Ahmet, Müsned İbn-i Abbas hadislerinden. Hakim, müstedrek2/351, hadis 3250)Miracı anlatırken Rabbimiz "Gönül, gördüğünü yalanlamadı" diyor. (Necm süresi ayet 11)
Daha önceki zamanda Kur'an'dan edindiği cennet, cehennem, arş, kürsi, sırat... gibi bilgileri görünce gönül yalanlamadı.Bizim gönlümüzde ve dilimizdeki İslam, Allah katında kabul edilecek dindir.En güzel, en doğru, en kıymetli, en devamlı dindir ama duyurmak yeterli değildir.Meydanlarda, mescitlerde, salonlarda, televizyonlarda, gazetelerde duyurmak yeterli değildir.Yaşanmış halini göstermek gerekir.
Mahmut Toptaş
